Doç.Dr. Muhammet Emin Çam'ın kaleminden
Sodyumun Fizyolojisi ve Farmakolojisi
İnsanın var oluşundan bu yana hayatının her döneminde yardım aldığı önemli bir destek de şifalı sulardır. Günümüzde küçücük bir şişeye sığdırılarak herkesin ulaşabileceği hale getirilse de hayatımıza girişi ve gelişimi öğrenilmeye değer…
Geçmişten günümüze şifalı suların insan hayatındaki yerini sizler için derledik…
İnsanlık ilk çağlardan beri şifalı sulardan yararlanmıştır. M.Ö. 1275’te Truva, Assos gibi kolonilerin kurulduğu bölgede sıcak su kaynaklarının değeri anlaşılmıştır. M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan ve büyük tarihçi Herodot, 9 ciltlik ‘Historia’ isimli eserinde, çeşitli hastalıkları tedavi etmek için kullanılan bu şifalı sular hakkında detaylı bilgiler aktarmıştır. M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan dönemin ünlü hekimi Hipokrat da benzer şekilde ‘De Natura Hominis’ isimli eserinde şifalı sularla yapılan tedavi metotlarını anlatmıştır. Roma İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinde yani M.Ö. 200’lerde, termal sağlık merkezleri ve hamamlara su sağlamak amacıyla büyük ölçekli su dağıtım şebekeleri inşa edilmiştir. Dünyadaki en büyük üçüncü su kaynağı olan Suriye’deki Figeh, İngiltere’deki “Hamam” yöresinde Romalılar tarafından geliştirilen “Ilık su kaynakları” ve Almanya’daki Baden Suları bunlara örnek olarak verilebilir.
Anadolu medeniyetlerinin ev sahipliğinde şifa kaynakları
Kökleri M.Ö. 8. yüzyıl öncesine değin uzanan bu zenginliğe ev sahipliği yapan bölge, Anadolu’da çağlar boyunca “Şifalı Frigya” adıyla anılmıştır. Gazlıgöl’deki hamamların ve şifalı suların insan sağlığına yönelik olumlu etkileri efsanelere, söylencelere, mitlere konu olmuştur. Bir efsaneye göre “Frigya Kralı Midas’ın bir kızı olur. Bir gün genç kızın yüzünde ve vücudunda yaralar çıkmaya başlar. Bu derde deva bulan kimse çıkmayınca, kralın kızı Suna üzüntüsünden yollara düşer. Dayanılmaz acılar içinde dolaşırken Afyon yakınlarındaki bir bölgede şifalı suyu bulur. Gazlıgöl kaplıcalarının olduğu yerde bulunan bu şifalı suyu içen kızın bütün ağrıları hafifler. Bir hafta boyunca orada kalan kızın tüm yaraları iyileşir. Babasının yanına dönen Suna, bu şifalı su sayesinde nasıl iyileştiğini Kral Midas’a anlatır. Kral Midas, ülkesinde çıkan bu değerli suyun yanına hemen bir hamam yaptırır."
Roma İmparatorluğu’nda “Suyla Gelen Sağlık”
Avrupa’da ise şifalı suları kullananların başında Romalılar gelir. Gazlıgöl ve çevresinde de antik şehirler kurmuş ve Frigyalılardan beri devam eden kaplıca geleneğini sürdürmüşlerdir. İlk etapta kurulan küçük ve ilkel hamam odalarının yerini daha sonraları gerçek kaplıcalar almaya başlamıştır. Halk bu kaplıcalarda hastalıklarına çare aramıştır. Antik Roma’nın Pergamon kentinde yaşayan ve dünyanın ilk spor hekimi olarak da kabul edilen Galen, bazı eserlerinde günümüzde de halen kullanılmakta olan termo mineral tedaviden bahsetmiştir. Ayrıca Romalılar savaş sonrası oluşan hastalıklardan dolayı askerlerini tedavi etmek amacıyla kaplıcalardan faydalanmışlardır. Bunların yanı sıra sıcak yer altı sularını spor amacıyla da değerlendirmişlerdir.
Orta Çağ’da salgın tedavi merkezi
Orta Çağ işgal ve saldırılarının ardından, spa merkezleri ve mineralli sular Avrupa’da bir müddet çekiciliğini yitirmiştir. Ancak 14. yy’da İspanya’daki Endülüs medeniyetinin etkisiyle bir kez daha moda olmuştur. 18. yüzyıla gelindiğinde ise dünyada baş gösteren kolera ve tifo gibi salgın hastalıklar insanların en büyük sorunu haline gelmiştir. Bu dönemlerde kirlenmemiş ve güvenilir olan doğal mineralli sular tekrar odak noktası olmaya ve bu suların iyileştirici özellikleri giderek artan bir şekilde ilgi görmeye başlamıştır.
Türkler mineralli suyla tanışıyor
Türklerin bu mucize ile tanışması ise Anadolu’nun kapılarının açıldığı Selçuklu dönemine rastlar. 1077’de Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulmasıyla buradaki topraklar Türklerin hâkimiyetine girer. Gazlıgöl ve çevresinin ise XIII. yüzyıl başlarında Türklerin eline geçtiği kabul edilir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin 11. hükümdarı I. Alaattin Keykubat, kökleri M.Ö. 8. yüzyıla kadar dayanan, Gazlıgöl’le bizzat ilgilenmiş ve buraya insanların şifa bulması için havuzlu büyük bir hamam yaptırmıştır.
Türk hamamı kavramı oluşuyor
Osmanlı İmparatorluğu’nda hamam kültürü, Roma İmparatorluğu’nun devamı olan Bizans’tan devralınıp geliştirilen topluca yıkanma geleneği olarak karşımıza çıkar. Zaman içerisinde “Türk Hamamı” olarak özgün bir kavram yaratmıştır. Yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından zengin olan Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. yüzyılın son çeyreğinde mineralli sular değerlendirilmeye ve mineralli suların işletilmesinde halkın faydası ilk sırada tutulmaya başlanmıştır.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde Mineralli Sular
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde şifalı sular cüzzam gibi deri hastalıklarına, romatizmal hastalıklara, bel ağrılarına, yaralanmalara, kalp-damar hastalıklarına, kemik ve kireçlenme rahatsızlıklarına ülkenin çeşitli bölgelerindeki bu şifalı sularla çare aradığından bahsetmiştir. Evliya Çelebi ülkedeki birçok kaplıca bölgesini ziyaret etmiş ve bu bölgelerde gözlemlediklerini not etmiştir.
Şifalı sular şişeye giriyor
Türkiye’de mineralli suyun şişelenmesi ve ticarileşmesine bakıldığında bu faaliyetin Kızılay ile başladığı söylenebilir.
Osmanlı Dönemi’nde mineralli suların hayır amaçlı ilk kullanımı II. Abdülhamit zamanında olmuştur. Gazlıgöl’ün imarı ve maden suyu ile ilgili ilk ciddi tadilatlar bu dönemde gerçekleştirilmiştir. İlerleyen zamanda bu değerli kaynaklardan daha verimli şekilde yararlanabilmek ve sağlığa olan mühim tesirlerini etkili şekilde uygulamak için maden suyunun imtiyaz hakkı Sultan II. Abdülhamid tarafından Hamidiye Etfal Hastanesi’ne verilmiştir. Masrafları önceden devletin özel hazinesinden karşılanan hastane daha sonra ise maden suyu gelirinin Etfal Hastanesi’ne verilmesiyle düzenli bir gelir kaynağına kavuşmuş, hastalara sağlanan ücretsiz muayene ve tedavi hizmeti vakıf geleneğinde olduğu gibi sürdürülebilmiştir.
20. yüzyılın sancılı yıllarına gelindiğinde, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklâl Harbi’nin ardından Karahisar Maden Suyu kaynağının imtiyazı, Maden Kanunu ile bütün doğal kaynakların devlete geçmesi üzerine Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün takdiriyle 17 Ekim 1926’da Kızılay’a verilmiştir. Gazi Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sırasında Afyonkarahisar’da böbreklerinden rahatsızlanmış ve Gazlıgöl’den getirilen maden suyunu içip sağlığına kavuşarak bizzat kendi sermayesini vermek suretiyle Afyonkarahisar Gazlıgöl Beldesi’nde bir fabrika kurulmasını sağlamıştır. 17 Ekim 1926 tarihinde ise gelir getirmesi amacıyla Kızılay’a bağışlamıştır. Maden suyunun imtiyaz hakkının Kızılay Cemiyeti’ne verilmesi, Mustafa Kemal Atatürk sayesinde gerçekleşmiş, yokluk yıllarının sıkıntısına rağmen maden suyu tesisleri için ihtiyaç duyulan malzemelerin ithaline izin vermiştir. Kızılay’ın çalışmalarını yakından takip eden ve her daim destekleyen Atatürk, tetkik amacıyla yurt dışından uzmanlar getirtmiş ve Afyon’da iki ay süren detaylı çalışmalarının ardından çıkan raporda Karahisar Maden Suyu’nun dünyada mevcut dört meşhur maden suyu derecesinde bulunduğu görülmüştür. Almanya’da kullanılan sistemi Türkiye’ye entegre ederek maden suyunun uzun süre saklanabilme verimliliğini artırmak amaçlanmıştır. Kızılay Yönetimi, kaynakların yönetimini alır almaz modernleştirme çalışmalarına başlamış, 1929 yılı itibariyle maden suyunun fennî surette üretimi için gerekli dolum, temizleme makinelerinin kullanılması için ihtiyaç duyulan tesisat inşa edilmiştir.
Bugün Kızılay Maden Suları, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1926 yılında emanet ettiği bu büyük hazineden elde edilen gelirin tamamını Türkiye Kızılay Derneği’ne insani yardımlar için bağışlamaktadır. Doğal zengin mineral içeriğiyle Afyonkarahisar kaynağı ve magnezyum bakımından dünyadaki en zengin maden sularının başında gelen Erzincan kaynakları ile Kızılay Maden Suları daha sağlıklı bir Türkiye için çalışmalarına aralıksız olarak devam etmektedir.
‘Mucize İçecek Maden Suyu’ adlı kitabımızda Dr. Kerem KINIK’ın hazırladığı ‘Geçmişten Günümüze Şifalı Sular’ adlı çalışmasından derlenmiştir.